14 Mart 2010 Pazar

ÇOCUKLARDA ATEŞ ve ATEŞLİ HAVALE

ÇOCUKLARDA ATEŞ ve ATEŞLİ HAVALE

Ateş nedir? Normalin üstündeki vücut ısısı olarak tanımlayabileceğimiz ateş, anne babaları korkutsa da aslında çocuk için zararlı değil hatta yararlıdır. Çocuk hastalıklarında, özellikle enfeksiyonlarda görülen bir bulgudur, kendi başına bir hastalık değildir. Ateş, vücudun enfeksiyon etkeniyle savaşmasını, bağışıklık sisteminin daha iyi çalışmasını sağlar.


Kaç Dereceye Ateş Demeliyiz?

Bu, ateşin ölçüldüğü yere göre değişir. Makattan yapılan ölçümlerde 38 derece üzeri, ağızdan 37.5 , koltuk altından 37.2, kulaktan 38 derecenin üstündeki değerler ateş olarak kabul edilmelidir.

Ateş Ne Kadar Yükselirse Tehlikeli Olur?

Ateş Ne Kadar Yükselirse Tehlikeli Olur? Ateşli bir çocuğu değerlendirirken, ateşin yüksekliğinden çok çocuğun genel durumu yol gösterici olmalıdır. Ateşin ne kadar yüksek olduğu, hastalığın ağırlığının bir göstergesi değildir. Çocuklarda ateşin en sık nedeni olan basit viral enfeksiyonlar, 39-40 derece ateşe neden olabilir. Tam tersine, bazı ciddi hastalıklar da çok yüksek ateşe yol açmayabilir. Ancak 0-3 ay arası bebeklerde, normalin üstünde ölçülen bir vücut ısısı- değer kaç olursa olsun- hemen doktora ulaşmayı gerektirir. Daha büyük çocuklarda, çocuğun genel durumuna dikkat etmek gerekir. Eğer çocuk uyanık, aktifse, oynuyorsa, yiyip içebiliyorsa, uykusu iyiyse, solunumu normalse çok korkmaya gerek yoktur.

Ancak eğer; uyku hali, huzursuzluk, solunum zorluğu varsa, yeme içmeyi reddediyorsa, şiddetli başağrısı varsa, ateşi düşse de genel durumu düzelmiyorsa veya ateş 24-48 saatten uzun sürerse yine doktora ulaşmak gerekir.

Çoğu anne babanın ateşle birlikte aklına gelen havale geçirme olasılığı ise, ancak bazı ateşe hassas çocuklarda, ateşin ani yükselmesiyle görülmektedir. ( Buna yazının devamında ayrıca değineceğiz)

Ateşin Nedenleri Nelerdir?

Ateşin Nedenleri Nelerdir? Virüs veya bakterilerin yol açtığı enfeksiyonlar: Soğuk algınlığı, grip gibi enfeksiyonlar ateşin sık görülen nedenleridir. Soğuk algınlığında ilk 24 saat tek bulgu ateş olabilir, diğer belirtiler arkadan gelir. Anjin, orta kulak iltihabı, ishal, idrar yolu enfeksiyonu da ateşe yol açar. Nadiren zatürre, menenjit, tüberküloz gibi ciddi enfeksiyonlar da ateşin nedeni olarak saptanabilir.

Aşılar: Bazı aşılardan sonra ateş görülebilir, aşıyı yaparken doktorunuz sizi uyaracaktır.

Fazla kalın giydirme: Küçük bebekler, özellikle yenidoğanlar sıcak ortamlarda fazla giyimli olurlarsa, vücut ısılarını dengeleyemediklerinden ateşleri çıkacaktır.

Romatizmal hastalıklar, bağışıklık sistemi hastalıkları,lösemi, lenfoma gibi hastalıklar ise uzun süren ateşlerde araştırılması gereken nedenlerdir.

Ateşli Çocuğa Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?

Ateşli Çocuğa Yaklaşım Nasıl Olmalıdır? Öncelikle, ateşin düşmanımız değil dostumuz olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Ateşin yükselmesiyle, vücut enfeksiyon etkeniyle daha iyi savaşabilmektedir. O halde, ateşli çocukta hemen ateşi düşürmeye çalışmak gereksizdir. Eğer bir enfeksiyon söz konusuysa, ateşi düşürmek enfeksiyonu daha çabuk iyileştirmeyecek, nedeni ortadan kaldırmayacaktır. Ancak çocuk ateşli dönemde kendini kötü hissediyorsa, halsizse ateş düşürücü ilaçların yardımıyla kendini daha iyi hissedecektir. Bu durumda, doktorun önereceği parasetamol veya ibufen grubu ateş düşürücüler kullanılabilir.

Ateşli çocuğun, normalden fazla sıvı almasına, susuz kalmamasına dikkat etmek gerekir.

Eğer ateş çok yüksek değilse ve çocuk kendini kötü hissetmiyorsa, ilaç vermeden önce üzeri soyulup ılık bir duş aldırılabilir. Bulunduğu oda serin tutulmalı, giysileri mümkün olduğunca ince ve pamuklu olmalıdır.

Ateşli Havale Nedir?

Ateşli havale, 6 ay- 5 yaş arası ateşe hassas çocuklarda, ateşin ani yükselmesiyle görülen bir havale ( nöbet ) türüdür. Görülme sıklığı yaklaşık yüzde 3 �ür. Ateşli havaleye ailesel bir yatkınlık söz konusudur. Ateşli havale geçiren çocukların anne, baba veya yakınlarında çocuklukta ateşli havale geçirme öyküsü saptanabilir.

Ateşli Havalede Ne Görülür?

Çocuk aniden bilincini kaybeder, vücudu, kol ve bacakları kilitlenir. Ardından kasılmalar başlar, gözleri kayabilir.Altını ıslatabilir. Rengi solar. Genelde birkaç saniyeden 1-2 dakikaya dek sürer ve kendiliğinden geçer. Kasılmaların ardından çocuk derin bir uykuya dalmış gibi görünür.

Ateşli Havale Sırasında Ne Yapmak Gerekir?

Çocuğunun havale geçirdiğine tanık olmak, anne babalar için korkunç bir deneyimdir. Özellikle ilk defa böyle bir olay yaşanıyorsa, soğukkanlılığını korumak, paniğe kapılmamak pek kolay değildir. Ancak elden geldiğince sakin olmak, çocuğun da yararına olacaktır. Nöbet sırasında boğulma, tıkanmayı önlemek için çocuğun başı yana çevrilir. Ağzını açmaya çalışmak doğru değildir. Üzerinde sıkı giysiler varsa, açılıp gevşetilmesi uygun olur. Nöbet sonrası, ateşi düşürmek için ilaç verilebilir. İlk ateşli havale mutlaka doktor tarafından değerlendirilmeli, ateşe neden olan etken saptanıp buna uygun tedavi başlanmalıdır. Tekrarlayan ateşli havaleler geçiren çocuklarda, aileye nöbet sırasında makattan verilecek, nöbeti durduracak bir ilaç önerilebilir.

Ateşli Havalenin Tehlikesi Nedir?

Korkutucu görünümüne rağmen, ateşli havale geçirmek çocuklarda kalıcı bir hasara, nörolojik bir bozukluğa neden olmaz. Bir kez ateşli havale geçiren çocuk, ateşli olduğu dönemlerde tekrar havale geçirebilir. Yaşı büyüdükçe bu risk azalacak, 5-6 yaştan sonra ateşli havale görülmeyecektir.

28 Ekim 2009 Çarşamba

AŞIRI AKTİF MESANE ( AAM )

Aşırı Aktif Mesane

Nedir?

İdrar torbasının böbreklerden gelen idrarla dolarken ani olarak kontrolsüz kasılmasıdır. Hastaların büyük çoğunluğunda neden bilinmemektedir. Bir kısmında diyabet, parkinson,demans ve multipl skleroz gibi kronik hastalıklar görülür.

Aşırı aktif mesanesi olan hastalarda idrar kaçırma sıklıkla suyla ilgili işler yaparken ani olarak şiddetli idrar yapma isteği ile birlikte ya da tuvalete yetişememe tarzında olur (Urge inkontinans-sıkışma inkontinansı). Hastalarda acil idrar yapma hissi, bu hisle birlikte kaçırma ve sık idrara çıkma şikayeti vardır. Bu bulgulara gece sık idrar yapma da eklenebilir.

Tanı Nasıl Konur?

Aşırı aktif mesane tanısı hastanın şikayetleri dinlenerek ve bazı sorgulama formları değerlendirilerek konur. Hastanın şikayetleri ciddiyse ürodinami yapılmalıdır. Bu hastaların bir kısmında detrusör over aktivitesi (idiopatik yada nörojenik) vardır.

Diyet

Sakınılması gereken gıdalar:

1 Tüm kafeinli gıdalar, içecekler ve ilaçlar (Kola, kahve, çay,diyet ilaçları)
2 Çikolatalı ürünler
3 Tüm alkollü içecekler
4 Sigara
5 Asitli ve baharatlı gıdalar
6 Meyveler: portakal, limon, şeftali, ananas,elma, böğürtlen
7 Sebzeler: soğan, domates, biber
8 Peynir, yoğurt
9 Sirke, fıstık,ceviz
Ne yiyebilir ?
10 Limonsuz bitki çayları
11 Kavun
12 Beyaz çikolata
13 Badem

Sıvı Alımı Kısıtlama


İlaç Tedavisi

Anti muskarinik droglar: Bu ajanların belirgin düz kas gevşetici özellikleri ile zayıf antikolinerjik ve anestezik etkileri vardır.

• TOLTARADİN
Trospiyum
• Solifenacin
• Darafenacin
• Propantheline
• Hyoscyamine

a. Mikst etkili ilaçlar (Muskulotropik) : Mesaneyi gevşetmek için kullanılan bazı ilaçların birden çok etkisi olduğu görülmüştür. Bu ilaçların çoğunun direkt kalsiyum kanal bloker etkisinden çok düşük dozlarının antimuskarinik etkisi vardır. Klinik etkileri daha çok

b. antimuskarinik erkileridir. Bu drogların etki mekanizması istemsiz kontraksiyonların oluşacağı mesane volümünü arttırmak ve detrüsör kontraksiyonlarının amplitüdünü azaltmaktır. Mesane kapasitesinin artması semptomların azalmasına yol açar.

• Oxibutinin chloride
• Flavoxate hydrochloride
• Dicycloverine chloride
• Propiverine

c. Trisiklik antidepresanlar:

Üç şekilde etki ettikleri düşünülür; santral ve periferik antikoliınerjik etkinlik (mesane kontraktilitesini azaltır), santral sedatif etki ve alfa adrenerjik agonist etkinlik (sfinkter resinstansını arttırır).
• İmipramin hydrochloride

d. Alpha adrenerjik reseptor antagonisteri

• Alfuzosin
• Doxazosin
• Prazosin
• Terazosin
• Tamsulosin

e. Beta adrenerjik reseptor agonistleri

• Terbutaline
• Salbutamol

d. Kalsiyum antagonistleri:

• Terodoline
• Nifedipin

e. Prostaglandin sentetaz inhibitörleri:

Endometasin
Flurbiprofen

f. Diğer droglar:

• Baclofen: İntra tekal kullanılır
• Capsaicin: İntra vezikal uygulanır
• Resinferatoxin
• Botulinum toxin: Mesane duvarına uygulanır.
• Östrojen
• Desmopressin: Noktüride kullanılır

27 Ekim 2009 Salı

ERKEK TİPİ SAÇ DÖKÜLMESİ

Saçıma Neler Oluyor?

Erkek Tipi Saç Dökülmesi erkeklerdeki en yaygın saç dökülmesi tipidir. Erkek tipi saç dökülmesinde başınızın tepe kısmındaki ve şakaklardaki saçlarınız cılızlaşmaya başlar. Zaman geçtikçe şakaklardaki saçlar daha da geriler, sadece başın ön kısmın ortasında saç kalır ve tepe kısmında giderek daha da kelleşen bir bölge ortaya çıkar.

Daha sonra başın ön ve tepe kısımlarında saçların döküldüğü bölgeler yan yana gelir ve başın tepe kısmı iyice kelleşir. En sonunda tek geriye kalan başın yan taraflarında ve arkasında kalan saç sınırıdır.

Erkek tipi saç dökülmesi birçok erkek için istenmeyen ve stresli bir deneyimdir.

Bu durum, bazı erkeklerde yirmili yaşların başında ortaya çıkar.

Erkek tipi saç dökülmesi (androgenetik alopesi) 25 yaşına kadar erkeklerin %25 'ini, 40 yaşına kadar %40'ını, 50 yaşına kadar %50'sini etkileyen ve erkeklerde en sık rastlanan saç dökülmesi tipidir.
Neden? Suçlu Genler!
Erkek tipi saç dökülmesi genellikle kalıtımsaldır ve birçok erkek için gerçek bir endişe kaynağıdır.

Erkek bu özelliği annesinin ve babasının soy ağacındaki bireylerden alır. Eğer genetik olarak saçınızı kaybetmeye programlandıysanız ve saç kaybınız için hiçbir şey yapamıyorsanız uzun dönemde saçınızı koruma şansınız çok azdır.

Erkek tipi saç dökülmesi normal saç döngüsünün dışında bir durumdur. Androgenetik alopesi, adından da anlaşılacağı üzere genetik nedene bağlıdır.

Siz Sınıflamada Hangi Seviyedesiniz? Neyi Bekliyorsunuz?


  1. Saç dökülmesininde en şanslı dönemdesiniz.
  2. Saç dökülmesini önlemek için hala şansınız devam ediyor.
  3. Saç dökülmesini önlemek için elinizi çabuk tutmalısınız.
  4. Saç dökülmesini önlemek için endişelenmekten başka bir şey yapmalısınız.
  5. Saç dökülmesini önlemek için vakit çok geç demeyin.
  6. Cerrahi tedaviler dışında, saç dökülmesini önlemek için dönüşü olmayan bir noktadasınız.
  7. Cerrahi tedaviler dışında, saç dökülmesini önlemek için dönüşü olmayan bir noktadasınız.
DHT: "Kötü" Testosteron

DHT vücuttaki pek çok erkeklik hormonundan biridir. DHT bir erkeğin yaşamının erken dönemindeki gelişim aşamalarında önemlidir; ancak, erkekler yaşlandıkça saç dökülmesinin nedeni haline gelmeye başlar. DHT saç folikülünü gözle görülebilir saç üretemeyecek şekilde küçültür.

DHT erkek tipi saç dökülmesinde önemli bir rol oynar.

DHT 'nin Olusumu

DHT'nin saç folikülüne etkisi

Erkek tipi saç dökülmesi DHT (dihidrotestosteron)'un kıl foliküllerine olan aktivitesinden kaynaklanmaktadır.
İnsan saçı normalde büyüme, dökülme ve yeniden büyümeyi içeren bir döngüyü izler. Ancak artmış DHT düzeylerinin büyüme evresinin kısalmasına ve saçın dökülmesi için gereken sürenin kısalmasına katkıda bulunduğu düşünülmektedir, . Bu durum saçların cılızlaşmalarına yol açar.
DHT'nin katkısının olduğu durumlar;
  • Saçın büyüme evresinin kısalması
  • Saç foliküllerinin ilerleyen minyatürizasyanu
  • Terminal saç sayısında azalma
*DHT: Dihidrotestosteron

Tedavisi :

Erken dönemde Türkiye'de kullanılabilecek birçok preperat bulunmakta . Bunlardan sadece iki tanesi Sağlık Bakanlığından onaylı ( Minoxidil ve Finasteride ) , diğer ürünler ise tarım bakanlığı onaylı ürünler.

Erken dönemde MİNOXİDİL kullanımı ( Erkeler için genelde 50 mg/ml formu kullanılmakta. ) etkin bir yöntem. Uygulama sabah akşam açık bölgeye 5 puf masaj yapılarak yedirilmekte. Renksiz ve kokusuz olduğu için günlük hayatta çok etkisi yok. Bununla birlikte ıslak saça uygulanmaması gerekmekte. Minoxidil ıslak deriye uygulanması etkinliğini düşürmektedir. Minoxidil uygulaması sonrasında vellus dediğimiz ayva türlerinde ve cansız saçlarda ilk 1 - 1,5 ay dökülmeler görülebilir. Bu gayet doğaldır. Eğer dökülmeler uzun sürerse hekime danışılmalıdır.

Minoxidil Türkiye' de bulunmaktadır. Bu ürünün iki markasıda 60 ml. dir. Bu bir aylık tedaviye denk gelmektedir. Uygulamadan 3 ay sonra açık bölgelerde kapanmalar gözükmeye başlar. Bu psikolojik olarak destek verir. Uygulama aralıksız devam etmesi önerilen bir uygulamadır.

Bunun yanında Finasteride kullanımı SADECE erkeklerdedir. Kadınlarda X kategorisinde olan bir ilaçdır. 5 mg. formu erkeklerde prostat tedavisinde kullanılmakta iken görülen bir yan etki , ki bu etki saç çıkartmayı desteklemektir , bu ilacın 1 mg. lık formunun saç büyüme uyarıcısı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Günde 1 tabler suyla alınır. Kullanımıda bu şekildedir. Etki mekanizması ise DHT nin oluşumunu engelleyerek gösterir.

HEMOROİD

Hemoroid (Basur) Nedir?

Hemoroid(Hemoroid) Basur, anüs (makat) bölgesindeki toplardamarların varis gibi genişlemesidir. Hastalığın birincil ve ikincil olmak üzere başlıca iki biçimi vardır.

İkincil (Hemoroid) basurlar: ikincil basurlar kapıtoplardamarı düzeyinde kan akımının "engellenmesi sonucunda gelişir; örneğin karaciğerde siroz hastalığı böyle bir gelişmeye yol açabilir. Bu durumda ikincil basurlar kan akımım düzenleyici bir işlev üstlenerek kapı toplardamarındaki kanın alt ana toplardamara ulaşmasını sağlar.

Birincil (Hemoroid) basurlar: Birincil basurlar ikincillerden daha sık görülür ve makat bölgesi toplardamar ağının gerçek bir hastalığını oluşturur. Genellikle 25-50 yaş grubunda ve erkeklerde yaygındır.

Hastalık nedenlerinin başında geçirilmiş toplardamar iltihapları gibi çeşitli edinilmiş toplardamar bozuklukları gelir. Damar duvarının doğumsal zayıflığı da önemli bir etkendir; bu etken basurların kalıtsal özelliğini ve genellikle başka toplardamar hastalıklarıyla birlikte görülmesini açıklar. Bacaklarda varis ve erbezi toplardamarlarının genişlemesi olan varikosel bu tür hastalıklara örnektir. Bazen toplardamarlardaki zayıflığı ortaya çıkaracak ya da artıracak koşullar da bulunabilir. Kronik kabızlık, hareketsiz yaşamak, günün önemli bir bölümünü oturarak geçirmek, aşın alkol almak, çok miktarda baharatlı ve acı yiyecek yemek, aşın beslenmek, art arda gebelikler ve makat bölgesini zedeleyebilecek bisiklet, motosiklet, binicilik gibi sporlar yapmak basur oluşumunu kolaylaştırabilir.

Hemoroidden (Basurdan) Korunma Yolları

Her gün düzenli olarak sıcak banyo yapınız: Sıcak banyo 5-10dk süre ile bir küvet içinde oturma banyosu olarak veya duş sırasında, fıskiye ile makat bölgesine sıcak uygulaması tarzında yapılmalıdır. Böylece hem o bölge temizlenir hem de o bölgedeki kan dolaşımı hızlanır.

Tuvalet temizliğine dikkat ediniz: Tuvaletten sonra kalan dışkı artıklarının temizlenmesi için tahriş edici kuru tuvalet kağıtları yerine bol su ve ıslak-yumuşak tuvalet kağıtları kullanılmalıdır.

Kabız olmaktan kaçınınız: Sertleşen dışkı zorlamaya bağlı olarak basur ve çatlak oluşumuna neden olur. Bunu engellemek için bol lifli yiyecek alınmalı, düzenli beslenme alışkanlığı edinilmeli, bol su alınmalı ve düzenli egzersiz yapılmalıdır. Böylece dışkının ideal kıvamı olan, diş macunu yumuşaklığı elde edilir.

Düzenli tuvalet alışkanlığı edininiz ve ertelemeyiniz: Tuvalet alışkanlığımızı sağlamak için mümkün olduğunca günün aynı saatleri kullanılmalıdır. Tuvalet ihtiyacının ertelenmesi, bize kabızlık olarak geri dönecektir. Dolayısıyla da basurumuz azacaktır.

Tuvalette fazla ıkınmayınız, Gazete-Dergi okumayınız: Aşırı ıkınma, karın içi basıncını artıracaktır. Bu ise makat bölgesindeki kan akım hızını azaltacak ve hemoroid damarlarında kan birikimine neden olacaktır. Böylece hemoroid memelerinde şişme ve kanama oluşacaktır.

Uzun süre aynı pozisyonda kalmayınız: Ayakta veya oturarak aynı pozisyonda uzun süre kalmak, bu bölgedeki kan akım hızını azaltacaktır. Bu ise hemoroid memelerinin büyümesine ve şişmesine neden olacaktır. Ara sıra da olsa pozisyonunuzu değiştirin ve hareket edin, en azından arada kısa bir tur atın.

Uzun süre araba kullanmayınız: Taksi, minibüs ve özellikle uzun yol kamyon şoförleri bundan daha çok etkilenir. Bu nedenle belli aralarla mola verip, şoför koltuğunda kalkıp dolaşmak gerekmektedir.

Alkol ve baharatlı gıdalardan uzak durunuz.: Alkol bu bölgedeki kan akımını değiştirerek hemoroid memelerinin şişmesine ve kanamasına neden olmaktadır. Aynı şekilde baharatlı gıdaların fazla alınması da dışkılama sırasında bu bölgenin tahrişine ve ağrılara sebep olmaktadır.

Doğru teşhiş için muayene olunuz: Tüm bunlara rağmen makat şikayetleriniz olduğunda ise kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük, “basurdandır, herkeste oluyor” diyerek önemsememektir. Çünkü makat kanserleri de bazen benzer şikayetlere neden olabilir...

Hemoroid

Hemoroid (Basur) Tedavisi

Tıbbi Tedavi:

Tıbbi tedavi fiziksel ve besinsel sağlık önlemlerine dayanır, düzenli dışkılamayı sağlamaya ve dışkının bağırsak içinde uzun süre beklemesini engellemeye yöneliktir. Beslenmenin çok fazla sınırlanması gerekmez, ama aşırı yemekten, sindirim kanalını zedeleyebilecek salamura, hardal, alkol, kahve gibi yiyecek ve içeceklerden kaçınmak gerekir. Kabızlık varsa az miktarda vazelin ya da lanolin yağıyla tedavi edilir; bağırsak yüzeyim aşın uyarıcı maddeler içeren müshiller kullanılmaz. Sıcak-ıslak pansumanlar ve sıcak oturma banyoları şişmeyi (ödem) giderici etkileri nedeniyle ağrıyı azaltabilir. Ayrıca hastalara ısrarla hareketsiz yaşam biçimlerini değiştirmeleri önerilmelidir.

Cerrahi Girişim:

Tıbbi tedaviye ve alınan sağlık önlemlerine karşın hastalık ilerler komplikasyonlar ortaya çıkarsa. cerrahi girişimde bulunmak gerekir. Kriyoşirürji (soğuk ya da dondurma cerrahisi). Sıvı azot ya da azot protoksitle dondurucu etki sağlayan bir aygıt kullanarak basur memelerini çıkarmayı sağlayan bir yöntemdir.

Tıbbi tedaviyle başarılı sonuç alınamaz ve ağrı, yanma, kanama gibi yakınmalar ağırlaşarak sürerse. Hastanın durumu da kriyoşirürji için uygun değilse, artık geleneksel bir cerrahi girişim yöntemi olan hemoroidektomiye başvurmak zorunlu olur. Ameliyat sonrası dönem ağrılı ve zordur; kriyoşirürjiden farklı olarak hastanede yatmayı ve birkaç gün yatakta dinlenmeyi gerektirir. Bununla birlikte olguların önemli bir bölümünde tek etkili ve güvenilir tedavi yöntemidir.


KAYNAKÇA: http://www.hastane.com.tr

12 Ekim 2009 Pazartesi

ALZHEİMER HASTALIĞI

Alzheimer hastalığı, kronik demansın en sıkça (%60-80 oranında) rastlanan sebebidir. Bu hastalık ilerleyici bellek kaybı ve diğer algılama bozuklukları ile karakterize klinikopatolojik bir antitedir. Genellikle ileri yaşlarda görülen bir hastalık olmasına rağmen daha genç hastaları da etkileyen kalıtımsal bir tipi de bulunmaktadır. Toplumda görülme oranı 65 yaş altında %1'den azken 85 yaş ve üstünde bu oran %30-40 oranına çıkmaktadır.


Hastalığın Özellikleri

Alzheimer hastalığı görülen vakaların %2-5 oranında genetik geçişlidir. Bu hastalarda genellikle erken başlangıç görülür. Genellikle 60 yaşın altında hatta 30-40'lı yaşlarda görülebilmektedir. Bu miktarın dışında kalan vakalar daha önce genetik ilgisi olmayan ve tek olarak görülen tiptedir.

Genellikle hafızanın bozulmasıyla gizlice başlar. Yavaş ilerleyen ancak geri dönüşü olmayan Alzheimer hastalığı başlangıçta fazla belirti vermez. Hastalık ilerledikçe serebral fonksiyonun diğer bozuklukları ortaya çıkar. Uyanık bir hastada ileri bellek kaybı (amnezi) ve dezoryantasyon (yönelme bozukluğu), konuşma zorlukları (afazi), hesap yapmada hataların artması, dikkatsizlik, koordine hareketleri yapamama (apraksi), objeleri ve/veya kişileri tanıyamama (agnozi), tarihler unutma veya karıştırma, isteksizlik ve ilgisizlik, duygu ve davranışlarda değişiklikler gibi belirtilerle devam eder ve bu belirtiler giderek daha fazla dikkat çekici hale gelir. Hasta aynı soruları tekrar tekrar sorabilirken bazen de sorulan sorulara anlamsız cevaplar verebilir. Dışarıda, hatta evinin içinde bile yönünü kaybedebilir. Bu belirtiler hastanın kendisinde de sıkıntı yaratır ve hasta içine kapanık ve sinirli hale gelebilir; depresyona girebilir.

Daha da ileri dönemlerde yürüyememe ve idrarı tutamama gibi işlevsel bozukluklar görülebilir. Bunlara ek olarak hasta tamamen bakıma ihtiyaç duyan bir hale girebilir, yatağa bağımlı hale gelebilir.

Hastalığın ortalama seyri bulguların başlangıcından sonra 5 ile 10 yıl arasındadır.






Tedavi

Alzheimer hastalığı tedavisi hakkındaki bilgiler gün geçtikçe artmasına rağmen hastalık henüz tam olarak iyileştirilememektedir. Günümüze kadar geliştirilmiş ilaçlarla hastalığın belirtilerini kısmen de olsa gidermek ve hastalığın seyrini yavaşlatmak sağlanabilmektedir. Davranış bozuklukları ve halusinasyon da ilaçlar sayesinde büyük oranda kontrol altına alınabilmektedir.

Tedavi sürecinin etkili olabilmesi için erken teşhis konması ve mümkün olduğu kadar erken dönemde tedaviye başlanmış olması gerekir. Kesin tanı için bazı tetkikler gerekebilir. Böylece diğer demans tiplerinden ayırt edilmesi sağlanır. Tedaviye erken dönemde başlanması, hastalığın ilerleme hızını ve hasta yakınları üstündeki yükü azaltabilmenin yanında hastanın yaşam kalitesini artırmaya yardımcı olabilir.

Alzheimer hastalığı hem ilerleyici nitelikte olması hem de ileri yaşlarda ortaya çıkması sebepleriyle özenli ve devamlı bir bakım yapılmasını gerektirir. Bu durum hasta yakınlarına önemli bir sorumluluk yüklemektedir. Bakımı üstlenen kişilerin en önemli görevi hastayı sevgi ve ilgiden yoksun bırakmamaktır. Bu şekilde hastalıkla mücadele etmek ve Alzheimer hastasına yardımcı olmak mümkün olabilecektir.

KAYNAK : Prof.Dr. Safiye BİLGİN

http://www.safiyebilgin.com

8 Ekim 2009 Perşembe

ATOPİK DERMATİT ( Çocuk Egzaması )

Atopik Dermatit :

“Çocuklarda atopik dermatit”, çocukluk çağı egzeması diye de adlandırılan alerjik deri hastalığıdır. Bu egzema erişkinlerden tamamen farklıdır. Çocukların % 0.5-3' ünde görülen bu rahatsızlık için en yüksek risk anne başta olmak üzere ailede alerjik hastalık olmasıdır. Çocuklarda atopik dermatitin en önemli özelliği bu hastalığın bulgularının sadece deri ile sınırlı olmaması, astım ve alerjik rinit (bahar alerjisi) diğer alerjik hastalıklar için yatkınlık yaratmasıdır. Hayatın ileri dönemlerinde deri bulguları geçse de iyi tedavi edilmemiş ve uygun izlenmemiş bir atopik dermatitli bu çocukda diğer alerjik hastalıkların devam riski yüksektir.

atopik dermatit
atopic dermatit

Bulgular


Bulguları en sık 6 ay ila 2 yaş arasında çıkar. Özellikle yüzde başlayıp, eklem yerlerinde, kulak arkasında ve gövdede de beliren kaşıntılı, kuru, kırmızı lezyonlar tipikdir. Çocuk gece uykusunda bile kaşınır. Bu nedenle uykusu bozulur ve gündüz çok huzursuzdurlar. Hatta gece tam uyuyamayan çocuğun büyümesi bile etkilenir. Genellikle beyaz tenlidirler. Ciltleri enfeksiyona son derece eğilimlidir. Normale göre daha yüksek sıklıkta inek sütü ve diğer gıda alerjileri saptanabilir. Bu nedenle bazı aileler bu hastalığı süt alerjisi olarak bilirler.

Teşhiş


Deneyimli bir çocuk alerji uzamnınca yapılacak iyi bir muayene ile elde edilecek bulgular teşhis için hemen hemen yeterlidir. Ancak şüpheli durumlarda serum IgE, spesifik-IgE gibi kan testleri, hatta çok nadiren deri biyopsisi yapılabilir.

Tedavi


Hastalığın en önemli tedavisi bulguların görüldüğü deri üzerinde yapılır. Ancak bilindiği gibi tedavi verilecek olan deri son derece hassas, büyüyen ve ciddi hasara yol açılabilecek olan bebek derisidir. Bu nedenle tedavi bir çocuk alerji uzmanınca planlanmalı ve takip edilmelidir. Tedavi de en önemli nokta bir an önce kuruluğu gidermek, kaşıntıyı önlemek ve lezyonların kaybolmasını sağlamaktır. Bu nedenle hastalığın ağırlığı ve cildin özelliğine uygun nemlendiriciler, bakım kremleri verilir. Buna ilave olarak yine yukarıda ki özelliklere uygun olarak kortizonlu yada kortizonsuz alerji kremleri uygulanır. Lezyonlar geçinceye kadar kaşıntı ağızdan verilecek YAŞ İÇİN UYGUN alerji şurupları ile giderilir.


Eğer hastanın inek sütü veya bir başka gıdaya alerjisi saptandı ise bu gıda mutlaka diyetinden çıkarılmalıdır. Ancak bunu mutlaka çocuk alerji uzmanı yapmalıdır. Aksi takdirde çocukda çok ciddi gelişme geriliklerine yol açılabilir.

Hastalığın Gidişi


Atopik dermatitli çocuk iyi tedavi edildiği takdirde bulgulara kolayca hakim olunur. İdame tedavisi sağlanabilir. Sıklılkla 3-5 yaş arasında çoğu olgu düzelir. Az bir kısmında ve sıklıkla ağır olgularda bulgular devam eder. Eğer iyi tedavi edilmezse bu sıklık artar.

ÖKSÜRÜK

Öksürük Nedir ?

Öksürük solunum yolu hastalıklarında en sık görülen belirtilerden biridir. Solunum yollarına giren yabancı cisimleri ya da içeride oluşan bronş salgısı, balgam, kan gibi patolojik maddeleri dışarı atmaya yönelik bir refleks biçiminde ortaya çıkar. Şiddetli bir soluk vermeyle birlikte gırtlağın kapanmasını sağlayan ses tellerinin kasılmasından oluşur. Göğüs kaslarının bu sıradaki ani kasılmasına karın kasları da eşlik eder. Soluk borusunun içindeki basıncın yükselmesi gırtlağı açılmaya zorlar ve zorlanan gırtlaktaki ses tellerinin titreşimi tipik öksürük sesinin çıkmasına yol açar. Öksürük solunum yollarının herhangi bir bölümünün uyarılmasıyla gelişen bir refleks değildir.

Solunum yollarında gerçek bir hastalık olmadan da histeri ve ruhsal gerginliğe bağlı, sinirsel öksürük görülebilir.Başlıca iki tip öksürük vardır:

1.Kuru Öksürük : Öksürük sesi yalnızca ses tellerinin titreşimiyle oluşur. Hasta balgam çıkarmaz. Bu tip öksürük genellikle şu durumlarda görülür:

1) Balgam oluşturmayan gırtlak, soluk borusu ve bronş İltihaplarında;

2) Plörezi gibi akciğer zarı hastalıklarında. ( Veremin başlangıç döneminde görülen “kesik öksürük” de bir tür kuru öksürüktür. )

2.Balgamlı Öksürük : Ses tellerinin gerilmesiyle ortaya çıkan sese balgam parçacıklarının solunum yolları boyunca hareketiyle oluşan sesler de eklenir. Değişik miktarlarda da olsa balgam her zaman vardır, ama hastanın küçük çocuk, yaşlı vb olması gibi durumlarda öksürükle dışarı çıkarılamaz, yutularak mideye gider.



Öksürük Tedavisi :

Nezle gibi, virüslerin neden olduğu enfeksiyonlardan kaynaklanan rahatsızlıklara karşı antibiyotiklerin bir faydası yoktur. Ayrıca, bilinçsizce öksürük şurubu kullanmak vücudun öksürerek solunum yollarını temizlemesini önleyeceği için daha büyük sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, öksürüğe neden olan rahatsızlık doğru olarak tesbit edilmeli ve buna uygun tedavi uygulanmalıdır.

Bünyeleri daha zayıf olduğu için bebeklerde ve çocuklarda öksürük şikayeti daha sık görülür. Bebeklerde ve çocuklarda öksürük tedavisi daha özenle yapılmalı ve bilinçsiz ilaç kullanılmamalıdır.

Bunların yanında, bol sıvı almak, bulunulan ortamdaki havanın kuru olmamasına özen göstermek, boğazı yumuşatacak bitki çayları içmek de faydalıdır. Ayrıca, özellikle kuru öksürük boğazı tahriş edebileceği için az ve daha hafif öksürmeye çalışmak olası tahrişleri önlemeye yardımcı olur.

Kuru Öksürükte ve Balgamlı Öksürükte kullanılan ilaçlar da farklı olduğu için ilaç kullanılmadan önce MUTLAKA HEKİME DANIŞILMALIDIR.





6 Haziran 2009 Cumartesi

KOAH ( Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı )

1.Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) nedir?

KOAH, kronik bronşit ya da amfizeme bağlı havayolu daralmasıyla karakterize bir hastalıktır. KOAH’ta akciğerler içinde yer alan havayollarında daralma mevcuttur. KOAH öksürüğe, balgam artışına, nefes darlığına neden olan, ilerleyici ve uzun süreli bir hastalıktır.

Kronik bronşitte solunum yollarındaki kalıcı ve ilerleyici değişiklikler öksürük ve balgama neden olur. Kronik bronşitin ilk belirtisi 2 ardışık yılda, yılın en az 3 ayı boyunca süren öksürük ve balgamdır.

Amfizem akciğerlerde bulunan hava keseciklerinin (alveoller) genişlemesi ve harap olmasıdır. Yapılan araştırmalara göre, amfizem ve kronik bronşit olgularının % 90’ının nedeni sigara kullanımıdır.

KOAH yavaş seyir gösterir ve zaman içinde kötüleşir. Hastalığın ilerleme hızı ve belirtilerin şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterir. Başlangıçta sadece egzersiz benzeri bedensel faaliyetler sırasında nefes darlığı olurken hastalık ilerledikçe yürüme, giyinme gibi günlük faaliyetler sırasında nefes darlığı gelişebilir.

Sigaranın Bırakılması

Sigaranın bırakılması, KOAH tedavisinde birincil derecede önem taşıyan ilk adımdır. Sigarayı bıraktığınızda akciğer işlevinizdeki kötüleşme durur ve hatta daha iyiye doğru gidiş olabilir.

2. Korunma Nasıl Olur?

  • Gribi veya akciğer infeksiyonu olan kişilerle temas etmekten kaçınılmalıdır.
  • Ellerin sık sık ve iyice yıkanması bazı bulaşıcı hastalıklardan korunmanın basit bir yoludur
3. Tedavisi?

Tedavi ile ilgili çok şey olduğu için burada açıklamaktansa Prof.Dr.Sema UMUT (İ.U. Cerrahpaşa Tıp Fak. Göğüs Hast. A.B.D ) ' un bu konu ile alakalı bir yazısını eklemeyi uygun gördüm. Yazıya ulaşmak için aşağıdaki yazıyı sağ tıklayıp Farklı Kaydet seçeneğini kullanabilirsiniz. PDF formatında olduğu için Acrobat Reader bilgisayarınızda yüklü olmalı.



FARENJİT

1. Farenjit Nedir?

Farenjit, farinks adı verilen boğaz kısmının iltihabıdır. Hemen hemen herkes az ya da çok farenjit geçirir. Farinks, burun ve ağız boşluğunun arka tarafıdır. Yukarıdan aşağı doğru oluk şeklinde uzanan bir bölümdür. Burun arkasındaki kısmına nasofarinks(geniz) adı verilir. Ağız boşluğunun arkasındaki kısma ( ağzı açınca tam karşıda görülen kısmı) ise orofarinks adı verilir. Aslında aşağı doğru uzanan kısmına da hipofarinks denir ama burası bazı tümöral hastalıklar için önemliyse de farenjit açısından önemli değildir.

Farenjit diyince orofarinksin iltihabı anlaşılır.



2. Kaç Tür Farenjit Vardır?

Farenjit bulunma süresine göre genelde ikiye ayrılır. Eğer farenjit yeni oluşmuş ve şiddetli şikayetler yapıyorsa buna akut farenjit denir. Ancak uzun süreden beri var ve hastada çok şiddetli olmayan şikayetler yapıyorsa buna da kronik (müzmin) farenjit adı verilir.

3. Farenjit'in Sebebi Nedir?

Akut farenjit genellikle üst solunum yolu infeksiyonlarının bir parçası olarak görülür ve sebebi çoğunlukla virüslerdir. Bazen bakteriler de bu hastalığa yol açabilirler. Bazı kimyasal maddelerin veya tahriş edici meddelerinde farinkse teması ile akut farenjit gelişebilir. Kronik farenjitte ise yine virüslerde rol oynamasına rağmen genellikle tahriş edici bir faktör vardır. Bunlar arasında en önemlileri olarak sigara içilmesi, alkol kullanılması, alerji, geniz akıntısı, kuru ve kirli hava , burun tıkanıklığı yapan faktörler (burun solunum havasının nemini ve ısısını ayarlar. Eğer burun tıkanıklığı varsa uygun olmayan nem ve ısıdaki hava farinkse temas eder ve farenjiti kolaylaştırır.), mideden asit kaçağı (reflü) , aşırı sıcak veya soğuk besinler, boğaz temizleme refleksinin aşırı olması, diş ve bademcik iltihapları, geniz eti sayılabilir.

4. Belirtileri Nelerdir?

Akut Farenjit'te hastanın şikayetleri daha belirgindir. Boğaz ağrısı, yutkunma zorluğu, boğazda kuruluk,yanma veya kaşınma hissi, ateş, öksürük gibi şikayetler olur. Buyunda beze, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, baş ağrısı, halsizlik-kırgınlık, ses kısıklığı gibi şikayetlerde görülebilir. Kronik farenjitte ise akut farenjitin aksine ateş, halsizlik ve kırgınlık gibi şikayetler pek görülmez. Boğaz ile ilgili şikayetler daha hafiftir ancak ya hiç kaybolmaz ya da çok kolay ortaya çıkar. Boğazda kuruluk hissi, gıcık, yanma, kuruluk, yabancı cisim hissi, takılma, hafif yutkunma zorluğu gibi şikayetler olur. Gıcık öksürüğü şeklinde bir öksürükte eşlik edebilir. Hastalar boğazını temizleyerek rahatlayacakları hissine kapılırlar ve sürekli temizleme hareketi yaparlar. Ancak bu çoğu zaman boğazı daha fazla tahriş etmeye neden olur.

5. Tedavisi?

Akut farenjite virüslerin neden olduğu düşünüldüğünde antibiyotik verilmesi gerekli değildir. Ancak sıklıkla virüslerin yaptığı iltihaba bakterilerde eklendiğinden antibiyotikler hastalığın iyileşme süresini kısaltmaktadırlar. Antibiyotik olarak penisilin türevleri, sefalosporin veya makrolidler kullanılabilir. Antibiyotiklerin yanısıra, ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçlar, alerji düşünülen hastalarda antihistaminikler, burun açıcı spreyler, öksürük kesiciler ve ağız gargaraları kullanılabilir. Pastiller genellikle faydasızdır. Kronik farenjitin ise tedavisi oldukça zordur. Hem doktorun tedavi uygulaması hende hastanın bazı durumlara dikkat etmesi gerekmektedir. Ancak yine de kronik farenjit çoğu zaman tam olarak ortadan kaldırılamaz. Tedaviyi belirlemek için kronik farenjiti ortaya çıkaran başka bir faktör olup olmadığına bakılmalıdır. Eğer bulunursa önce onun tedavisi gerekir. Alerji, burun kemiğinde eğrilik veya burunda et, sinüzit, mideden asit kaçağı(reflü) gibi hastalıklar uygun şekilde gerkirse ameliyatla düzeltilmelidir. Antibiyotikler genellikle faydasızdır. Geniz akıntısın azaltıcı ilaçlar veya ağız gargaraları sık kullanılırlar. Bazen mideden asit kaçağını önleyici ilaçlarda verilebilir. Hastanın dikkat edecği durumların başında sigaranın dumanından bile uzak kalmak gelmektedir. Dikkat edilecek durumlar şöyle sıralanabilir:

-Sigara ve alkol almamak
-Tozlu yerlerde ve kirli havada bulunmamak
-Aşırı sıcak ve soğuk gıda almamak
-Üşümemeye çalışmak
-Alerjiye neden olan faktörlerden uzak kalmak
-Reflü düşünülen hastalarda akşam saatlerinde çay-kahve-alkol almamak ve mideyi aşırı doldurmamak
-Boğazı temizlemeye çalışmamak

Uygun tedavi ve hastanın maksimum dikkati bile kronik farenjitin bulgularını ortadan kaldırmayabilir. Ancak bulgular hafifleyebilir veya geçici olarak kaybolabilir.




TENYA ( ŞERİT )


1. Tenya(Şerit) Nedir?

Şerit hastalığı olarak da adlandırılabilecek olan taenia enfestasyonu parazit adı verilen küçük canlılarla meydana gelen ve genelde sindirim sistemini tutan bir durumdur. Tenyalar, az pişmiş veya çiğ et (tenya bulunan) yemekle bulaşır. Sığırlar genelde Taenia saginata bulaştırırken, domuzlar taenia solium taşıyıcısıdırlar. Tenyalar segmentli yani boğumludurlar. Her boğum yumurta üretebilme kapasitesine sahiptir.

Dünya genelinde son derece yaygın bir durumdur.




2. Belirtileri Nedir?

Vücudunda tenya olduğunu hasta yine kendisi anlayabilir. Dışkıda 2 cm. 0,5 cm. ebadında şeritler bulunur. Bazen bunlar birleşerek bağırsak tıkanmasına yol açabilirler.

Bununla beraber ;
  • Bulantı
  • Karın ağrısı
  • İştahsızlık
  • Kilo alamama gibi belirtiler görülebilir.



3. Tedavisi?

Tedavide seçkin ilaç kolay alınması, toksik olmayışı nedeniyle Niclosamid’ tir. (Preparatları: YOMESAN, Bayer; TENİFOR, Saba; TENİMİN, Ferit; TENİSİD, Liba; TENİAPAR, Mustafa Nevzat ). Sabah aç karnına 500 mg’ lık 4 tablet (2 gram ) verilir. direkt toksik etki ile ilaç parazitin mukozadan ayrılmasına, degeneratif değişikliklerle ölümüne yol açar. Ertesi günlerde parazit parça parça feçesle dışarı atılır. Uygulaması Niclosamid’ ten daha zor, fakat scolex ila birlikte tüm şeritlerin dışarı atılmasını sağlamak yönünden ona üstün bir alternatif Quinacrine = Mepacrine (ATEBRİN) dir. Aşağıdaki şekilde kullanılır:

1-) Tedaviden önceki akşam 20- 30 gram sodyum veya magnezyum sulfate (İngiliz tuzu) verilerek barsaklar boşaltılır.
2-) Sabah aç karna 100 mg’ lık 10 tablet ATEBRİN beşer dakika ara ile verilir. bu miktar ilacı 100 ml suda eriterek bir duodenal sonda aracılığı ile doğrudan barsağa vermek güç fakat çok daha etkilidir.
3-) Son tabletten veya ilacın doudenuma şırıngasından 2 saat sonra tekrar müshil (bk: madde 1 ) verilmeli, defekasyona kadar hasta aç kalmalıdır.
4-) Feçes, tuvalet kağıdı bulaştırmadan, bir küvette toplanarak scolexin çakıp çıkmadığı araştırılır. Scolex’ in içeride kalması halinde tedavi bir hafta sonra tekrarlanabilir.



ÇOCUKLARDA İSHAL

1. Rotavirüs İshali

Rotavirüs, küçük çocuklarda görülen ağır ishallerden sorumlu bir grup virüstür.Yaklaşık 2 gün süren kuluçka döneminin ardından kusma, ateş, karın ağrısı ve sulu ishal başlar. Ateş ve kusma 2-3 günde geçer, ishal ise 1 hafta- 10 gün kadar sürebilir.

Aşağıdaki resimler ROTA VİRÜSE aittir.



2. Bulaşıcı mıdır?

Rotavirüs çok bulaşıcıdır. Mikrop bulaşmış su veya gıdayla, mikrobu taşıyan eller yoluyla vücuda alınır. Yuva gibi kalabalık ortamlarda, özellikle çocuklar tuvaletten sonra ve yemekten önce ellerini yıkamayı unuttuklarında kolayca yayılır. O kadar bulaşıcıdır ki, genel hijyen koşulları ne kadar iyi de olsa, hemen her çocuk 5 yaşını doldurmadan rotavirüs ishali geçirmiş olmaktadır. Ülkemiz gibi ılıman iklim kuşağındaki ülkelerde, kış aylarında görülür. Özellikle 2 yaş altı küçük çocuklar etkilenir. Erişkinde ise, daha hafif seyreder.

3.Nasıl Tanı Konur?

Kesin tanı, gaitada virüsün gösterilmesiyle konur.

4.Nasıl Tedavi Edilir?

Tedavinin amacı, çocuğun susuz kalmasını önlemektir. Ağızdan sık sık az miktarda sıvı alımı uygun olur. Doktor tuz- şeker karışımından önerebilir. Ağızdan yeterli sıvı alımı sağlanamazsa, özellikle küçük çocukta, hastaneye yatırılıp serum verilmesi gerekebilir. Anne sütü alan bebeğin emzirilmeye devam etmesi çok önemlidir. Antibiyotikler işe yaramaz. Kusma ve ishali durdurucu ilaçlar önerilmez.

Önleme:

En önemli koruyucu yöntem, el yıkama alışkanlığının kazandırılmasıdır. Hasta çocuğun ishal geçene dek yuvaya gönderilmeyip evde tutulması da diğerlerine bulaşmaması için önemlidir.

2007 başından itibaren, küçük çocuklarda ishalin en önemli nedeni olan bu mikroba karşı aşı, ülkemizde de mevcut. Üstelik bu aşı, çoğu anne babanın bebekleri aşı olurken aklından geçirdikleri keşke şunun damlası olsa da bebeğimin canı yanmasa dileğine uygun, ağızdan verilecek damla şeklinde bir aşı.

Aşı 6 hafta-6 ay arası bebeklere en az 1 ay arayla 2 veya 3 doz halinde ağızdan damla şeklinde veriliyor. Piyasada bulunan 2 farklı marka aşıdan biri 2, diğeri 3 doz olarak önerilmektedir.

AŞI İLE İLGİLİ GENİŞ BİLGİ İÇİN TIKLAYIN...

4 Haziran 2009 Perşembe

MEGALOBLASTİK ANEMİLER

1. Megaloblastik Anemi Nedir?

Megaloblastik anemiler vitamin B12 ve/veya folik asit eksikliği sonucu gelişir. Her ikisi de nükleoprotein sentezinde kofaktör olarak rol alırlar. Eksikliklerinde DNA ve bir ölçüde de RNA’nın sentezi bozulur. Gelişimi duraklayan hücrelerin kemik iliğinde erken ölümü sonucu ineffektif eritropoezis ortaya çıkar.

Periferik yaymada eritrositler makrositer ve hafif ovaldir. Nötrofillerin segment sayısı artmıştır. Dev trombositler görülebilir. Ağır vakalara pansitopeni eşlik edebilir.

Folik Asit Eksikliği ;

Folik asit kaynağı: Folik asit yeşil sebzeler (ıspanak), meyveler (portakal) ve karaciğer-böbrekde fazlaca bulunur. Ancak günlük ihtiyacın 1/3’ü tahıllardan, 1/3’ü sebze ve meyvelerden ve diğer 1/3’ü et ve balıktan sağlanır. İnce bağırsak boyunca emilir. Enterohepatik sirkülasyonu vardır. Anne sütü ve inek sütünde yeterli miktarda vardır. Ancak keçi sütü hemen hemen hiç folik asit içermez. İnek sütünün uzun kaynatılması sonucu folik asit düzeyi azalır.


Günlük gereksinim bebeklerde 3.6 µgr/kg, daha sonraki yaşlarda 3.3 µgr/kg kadardır.

Folik asit eksikliğinin gelişme sebebleri:

  • Yetersiz alım:

    • Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde hızlı büyüme nedeni ile ihtiyaçları daha fazladır.

    • Hemolitik hastalığı olan çocuklarda hızlı eritropoez nedeni ile ihtiyaç artmıştır.

    • Malnütrisyon çoğu kez mikrobesin yetersizlikleri ile birlikte olur.

    • Yiyeceklerin aşırı pişirilmesi

  • Emilim yetersizliği:

    • Malabsorpsiyon sendromları

    • İnce bağırsak rezeksiyonları

    • Konjenital folat malabsorpsiyonu:

  • İlaçlara Bağlı: Antikonvülzan (difenil hidantoin, fenobarbital) ilaçlar, methotrexate, pyrimathamine, trimethoprim kullanımı sırasında folik asit eksikliği ortaya çıkabilir.

2. Tedavi?

  • Beslenmenin düzeltilmesi

  • Folik asit desteği: 0.2-0.5 mg/gün folik asit ile folik asit eksikliğine bağlı megaloblastik anemi tedavi edilebilir. Vit B12 eksikliklerinde folik asit kullanıldığında nörolojik yan etkileri artırdığı bilinmektedir. Ancak 0.2-0.5 mg/gün kadar dozlar Vit B12 eksikliğinde hematolojik düzelme sağlamaz. Ancak folik asit tabletleri 5 mg’lık olduğundan yüksek dozlar kullanılacak ise mutlaka vit B12 düzeyi bilinmelidir. Vit B12 eksikliğinin olmadığı gösterildiği takdirde yüksek doz folik asitin kullanılmasında bir sakınca yoktur.





ALLERJİK RİNİT


1. Allerjik Rinit Nedir?

Allerjik rinit (saman nezlesi), toplumda sık görülen allerjik hastalıkların en önemlilerinden biridir. Özellikle allerjik olan anne ve/veya babaların çocuklarında görülme sıklığı daha fazla olan bu hastalık; endüstriyel gelişmiş ülkelerde, çevre kirliliği gibi faktörlerin artması ile giderek artmaktadır. Hastalığın başlama yaşı genellikle küçük yaşlarda olmakla birlikte, ileri yaşlarda da başlayabilir. Hastalık genllikle allerjik konjonktivit (göz nezlesi), allerjik sinüzit veya astımla birliktelik gösterebilir.

Allerjik rinit hayatı tehdit etme özelliği olmayan ancak hastanın konforunu belirgin şekilde bozan bir hastalıktır. Bu hastalıkta özellikle hastalar belirli bir allerjen ya da allerjenlerle karşılaştığı zaman şikayetler ortaya çıkar. Hastanın şikayetlerinin orrtaya çıkabilmesi için hastanın en azından sorumlu allerjenle daha önceden bir kez karşılaşmış ve ona duyarlı hale gelmiş olması gereklidir.

2. Nasıl Tanı Konur?

Allerjik rinitli hastalarda allerjenle karşılaştıktan sonra dakikalar içerisinde hapşurma, burunda kaşınma, burun akması ve/veya burun tıkanıklığı olur. Bu kişilerde devamlı bir burun çekme, burun kaşıma nedeni ile özel mimikler gelişir. Yine bu kişiler çocukluklarından beri burunlarını avuç içleri ile yukarı doğru sildiklerinden dolayı bu harekete allerji selamı, burun üstünde oluşan yatay çizgiye de allerji çizgisi denilir . Hastalarda özel bir yüz görünümü dahi oluşabilir . Bu hastalarda genelde allerjik konjonktivit (göz nezlesi) te eşlik ettiği için gözlerde yanma, batma, kaşınma, sulanma gibi bulgular da görülebilir. Yine bu hastalarda eğer allerjik sinüzit varsa, geniz akması, baş ağrısı, gece gelen öksürük nöbetleri olabilir. Astımın da birlikte görüldüğü hastalarda, nefes darlığı, hırıltlı solunum, göğüste sıkışma hissi, öksürük gibi bulgular olabilir. Özellikle allerjik rinitli hastalarda antiallerjik (antihistaminik) ilaç aldıktan sonra bulgularda belirgin gerileme olur.




3. Tedavi?

Allerjik rinit için öncelikle, hastanın mutlaka allerjenle kontağını bitirmesi veya bunu minumum düzeye indirmesi gereklidir (korunma yöntemlerini web sayfamızda bulabilirsiniz). Bunun dışında ilaç olarak öncelikle burun içine uygulanacak veya ağızdan uygulanacak antihistaminiklerden fayda sağlanmaya çalışılır. Hastaların önemli bir kısmında bu ilaçlardan fayda elde edilir. Hekimin uygun gördüğü durumlarda burun içine uygulanan kortizonlu spreylerden de belirgin yarar sağlanır. Bu tür kortizon preparatlarının yan etkisi yok denecek kadar azdır.

İlaçlardan fayda görmeyen, yeteri derecede fayda sağlanamayan hastalarda allerjen immünoterapi (aşı) tedavisi Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ nün onayladığı bir tedavidir. Etkinliği kesin kanıtlanmış olan bu tedavi yönteminde bu günkü standartlarda yüksek kalitede allerjenler kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki bu tedavi yaklaşık % 85 dolayında fayda sağlıyor. Ancak bu tedavinin özellikle doz artımı döneminde daha da iyisi tedavi boyunca bir allerjist tarafından yapılması ve takip edilmesi uygun olur. Tedavi hastanın verdiği klinik ve laboratuvar sonuçlarına göre 3 veya 5 yıl kadar sürer. Öncelikle birkaç ay süren ve aşının her hafta yapıldığı bir doz artımı rejimi uygulanır. Bu program sonucunda optimum doza (sabit doza) ulaşılınca aşılar önce 15 günde bir daha sonra ayda bir uygulanmaya başlanır. Tedavi süresince yılda bir kez cilt testlerini tekrarlamak hastanın takibi açısından uygun olur. Uygulanan bu allerjen immünoterapi programının allerjik astımdan korumada da belirgin şekilde etkin olduğu kanıtlanmıştır.

CROHN HASTALIĞI



1. Crohn Hastalığı Nedir?

Crohn hastalığı sindirim kanalını tutan kronik inflamatuvar (iltihabi) bir hastalıktır. Ağızdan anüse (makat) kadar sindirim sisteminin tüm parçalarını tutabilmesine rağmen sıklıkla ince bağırsağın son kısımlarını ve/veya kalın bağırsağı tutar.

2. Nasıl Tanı Konur?

Doktor, klinik bulgu ve belirtileri olan hastaların ayrıntılı hastalık öyküsü ve muayenesi ile birlikte bazı testlerin yapılmasını ister. Bunlar, kan, idrar ve dışkı tahlilleri ve bağırsağın radyolojik ve endoskopik incelemeleridir.

Kan örnekleri ile kan kaybı olup olmadığı değerlendirilebileceği gibi akyuvar denilen beyaz kan hücrelerindeki (vücudumuzun savuma hücreleri) artış, inflamatuvar (iltihabi) durumu gösterir. Buna ek olarak, kan tetkiki ile hastalığın diğer organlar üzerine olan etkileri de incelenebilir. Dışkı (büyük abdest) tahlili ile kan kaybının yeri, bakteri ve diğer parazitler araştırılır.

Doktor, bunun haricinde anüs (makat) yolu ile yerleştirilen bir fleksibıl (bükülebilir)tüple (endoskop) kalın bağırsağı inceler (kolonoskopi) ve mikroskop altında incelenmek üzere parça alabilir (biyopsi).


3. Tedavisi?

Hastaların, Crohn hastalığının tam tedavisinin yani küratif bir tedavinin mümkün olmadığını bilmeleri gerekir.

İlaç Tedavisi:

İlaçlar ile hastalığın bulguları kontrol altına alınabilir veya azaltılabilir. Fakat hastalığı tam olarak tedavi edemez.

Tedavide kalın bağırsak mukozasındaki inflamasyonu (iltihabı) baskılayan ilaçlar kullanılır. Hastalığın şiddetine göre tek veya bir çok ilaç bir arada tercih edilebilir. Bu ilaçların kullanımı uzun süre gerekebilir. Sulfasalazin, 5-aminosalasilik asit bunlardan bazılarıdır. Genellikle hafif ya da orta dereceli vakalarda hastalar sulfasalazin ile tedavi edilir. Bu ilacın uzun süreli kullanımı da gerekebilir veya diğer ilaçlarla beraber kullanılabilir. Bulantı kusma kilo kaybı ishal gibi yan etkileri görülebilir. Sulfasalazinin yan etkileri görüldüğü vakalarda sulfasalazinin benzeri olan 5-aminosalasilik asit tercih edilebilir.

Hastalığın şiddetlendiği dönemlerde, steroid (prednizolon) tedavisinden yararlanılır. Yan etkileri nedeni ile çok dikkatli kullanılmalıdır. Hastalığın alevlenme dönemlerinde ilaçların dozu artırılır.

Üçüncü grup ilaç, bağışıklık (immun) sistemine etkili ilaçlardır. İmmunosupresif veya immunmodülatörler de denilen ilaçlar bağışıklık sistemini baskılayarak hastalığı kontrol altına alırlar. Azotiyopirin, 6- mercaptopurine, siklosporin ve methotreksat bu grup ilaçlardır. Bağışıklık sistemini kuvvetli baskıladıkları için ciddi yan etkilere neden olabilirler. Bunlarla tedaviye başlarken dikkatli karar vermek gerekir.

Bazı durumlarda, örneğin makat etrafındaki abse ve fistüllerin tedavisinde antibiyotiklerin eklenmesi (Metronidazol türevleri) yararlı olabilir.

Şiddetli vakalarda ilaç tedavisine ek olarak bağırsakları istirahate almak gerekir. Bu tip vakalarda tedavi hastanede yatarken planlanmalıdır. Hastalara özel sindirimi kolay diyet (elemental diyet) veya damardan besin maddeleri verilir.

Bir veya daha fazla ilaçla yapılan tedavi ile hastalığın belirtileri ortadan kaldırılabilir ve hasta rahatlatılabilir. Tedavideki ana amaç beslenme bozukluklarının giderilmesi, inflamasyonun, (iltihabın), karın ağrısının, diyarenin (ishalin) ve kanamanın önlenmesidir.

Cerrahi Tedavi :

Hastaların ¾'ü, hayatlarının bir döneminde, cerrahi tedaviye gereksinim duyarlar. Bu cerrahi tedavinin bir kısmı hayatı tehdit eden komplikasyonlar nedeni ile acil olarak yapılması gerekir. Bunlar aşırı kanama, bağırsak delinmesi, karın iç zarı iltihabı (peritonit), karın içi absesi, bağırsak tıkanıklığı, ve toksik megakolon (kolonun ani genişlemesi ve bağırsak kas gerginliğinin kaybı) durumlarıdır.

Bunun yanında hastalığın seyri sırasında, ilaç tedavisine karşın belirti ve bulguların baskılanmaması, ilaç yan etkileri, ilaca bağımlılık nedenleri ile de cerrahi tedavi gerekebilir. Bunlara ek olarak abse gelişimi veya fistül (bağırsak ile başka bir organ veya karın cildi arasında oluşan anormal kanal) oluşması yada ciddi anal (makat bölgesi) tutulum, cerrahi gerektirebilen diğer durumlardır. Ancak bu bulguları olan herkesin cerrahi tedavi olması gerekmez.

Unutulmaması gereken önemli nokta, cerrahi tedavinin hastalığı tedavi edici olmadığıdır. Cerrahi tedavideki amaç, hastanın komplikasyonlar nedeni, ilaçlarla kontrol edilemeyen bulgularını düzeltmektir. Cerrahi tedavideki amaç ise, ince ve kalın bağırsağı korunabildiği kadar koruyarak hastanın yaşam kalitesini yükseltmektir. Buna karşın hastaların bir kısmında ikinci hatta üçüncü kez cerrahi tedavi gerekmektedir.

Geniş Bilgi İçin Tıklayın...




DOWN SENDROMU


1. Down Sendromu Nedir?

Down sendromu insanlarda en sık görülen kromozom anomalisi türüdür.Dünyada ilk kez 1866 yılında Dr. John Langdon Down tarafından bir tür zeka geriliği olarak tarif edilmiş bir sendromdur.

Genetik kaynaklı olduğu baştan beri düşünülmesine karşın down sendromuna yakalanmış bebeklerin kromozom haritasının çıkarılması ancak 1959 yılında mümkün olmuştur. Daha sonraki yıllarda Down sendromunun translokasyona bağlı şekilleri ve mozaik varyantı da olabileceği keşfedilmiştir.

Dünyada yaklaşık olarak 660 yenidoğan bebekten biri Down sendromu ile doğmaktadır. Bu haliyle Down sendromu insanlarda en sık görülen malformasyon (yapısal bozukluk) türüdür.



2. Tanı Nasıl Konur?

Klinik bulgularla yenidoğanda Down sendromu tanısı koymak genellikle kolaydır. Ancak kesin tanı kromozom analizi yapılarak konur. Kromozom analizi ayrıca Down sendromu'nun "hafif" şekli olan mozaik durumunun belirlenmesinde de önemlidir.

Mozaik kromozom yapısına sahip bebeklerde kromozomların bir kısmı normal yapıda olduklarından sendromun tipik özelliklerinin bir kısmı gözlenmeyebilir ve zeka geriliği de daha hafif olur.

3. Nasıl Oluşur?

İnsan, hücrelerinde 46 kromozom içeren bir canlıdır. Kromozomlar hem insan ırkına ait, hem de bulunduğu canlının bireysel özelliklerine ait bilgileri depolayan DNA yapılı moleküllerdir. Bu DNA molekülleri de vücudun işleyişiyle ilgili bir maddenin (enzimler ya da çeşitli proteinler gibi) üretimine ait bilgiler içeren farklı genleri taşır.

Bu 46 kromozomun yarısı anneden yarısı da babadan gelir. İşte Down sendromu insanlarda normalde anneden bir, babadan da bir olmak üzere iki adet gelen 21. kromozom bilgisinin hücrede üçüncü kez yeralmasıyla (Trizomi 21= üç adet 21 numaralı kromozom) ortaya çıkan belirtiler topluluğudur. Bu fazladan kromozom yani DNA bilgisi hücresel seviyede çeşitli genlerin iki kez değil üç kez ifade bulması (overexpression) ve böylece çeşitli maddelerin üretiminde anormallikler oluşmasına neden olur. Bu hücresel düzeydeki anormallikler bebeğin vücuduna yansıdığında karşımıza Down sendromu belirtileri topluluğu çıkar.



4. Tedavisi ?

Down Sendromunda tüm vücut hücrelerinde değişiklik olduğundan tedavisi yoktur.

Ancak kromozom kusuruna bağlı olarak ortaya çıkan değişikliklerin (örneğin sindirim kanalı ve gözdeki oluşum bozuklukları, dişlerdeki biçim bozukluğu, zeka geriliği gibi) tedavi edilmesi gerekmektedir. Down Sendromlu çocuklar çabuk hastalanabilirler; dolayısıyla onları hastalıklardan korumak için mümkün olan her şey yapılmalıdır. Çabuk kilo alma eğiliminde oldukları için özel beslenme programları hazırlanmalıdır.

Down Sendromlu çocuklar uygun eğitim ile yaşıtlarıyla uyum içinde çeşitli faaliyetlere katılabilirler. Bunun için erken dönemde başlayacak olan fizik tedavi ve eğitim çok önemlidir. Fizik tedavi ve erken eğitim programı çocuğun durumuna uygun olarak ve hem hareket hem de zeka özürünü azaltmaya yönelik olarak hazırlanmalıdır. Bu programın hazırlanmasında sosyal hizmet uzmanı, psikolog, fizyoterapist gibi uzmanlar rol almaktadır. Program çocuğun değerlendirilmesinden sonra hazırlanır. Hazırlanan program çocuğa özel olmalıdır ve çocuğun eğitim ihtiyaçlarına göre hazırlanmalıdır. Ayrıca eğitime ailenin katılması çocuğun birçok beceriyi daha hızlı öğrenebilmesini, farklı ortamlara genelleyebilmesini ve kazanılan becerilerin daha uzun süreli olmasını sağlamaktadır. Eğitime katılan aile üyeleri çocuğun gelişimine katkıda bulundukları için duygusal olarak rahatlamakta, kendilerini daha yeterli hissetmekte ve böylece çocuğa daha olumlu yaklaşabilmektedirler.

2 Haziran 2009 Salı

DOMUZ GRİBİ

1. Domuz Gribi Nedir?

Domuz gribi, A (H1N1) tipi virüsten kaynaklanan, insanlarda hastalığa yol açan viral bir hastalıktır. Hastalık ilk kez Meksika ve ABD’de görülmüş ve daha sonra birçok ülkeye yayılmıştır.

2. Domuz Gribinin Belirtileri Nelerdir?

Domuz gribinin belirtileri, insanlarda görülen grip belirtilerine benzerdir. Bunlar:
Ateş,
Öksürük,
Boğaz ağrısı,
Yaygın vücut ağrısı,
Baş ağrısı,
Üşüme ve
Yorgunluk
gibi belirtileri içermektedir. Bazı vakalarda kusma ve ishal de görülebilmektedir.

3. Tedavisi

Domuz gribine etkili ilaçlar bulunmaktadır. Sağlık personeli uygun görmedikçe kullanılmaması gerekir.

4. Korunma

Hijyen koşullarına dikkat etmek en iyi yöntemdir. Bulaşmanın olduğu bölgelerde sarılma , öpüşme , tokalaşma v.b. hastalığın yayılmasını tetikleyecek hareketlerden kaçınılmalıdır. Maske takılması özellikle sağlık personeli açısından fayda sağlamaktadır.

MANTAR ZEHİRLENMESİ

1. Mantar Zehirlenmesi Nasıl Oluşur?

Doğal alanlarda yetişen ve yapısında zehirli madde bulunan şapkalı mantarların taze, kurutulmuş veya konserve olarak çiğ veya pişirilerek yenmesi sonucunda gelişen ve ölümle de sonuçlanabilen ciddi bir zehirlenme tipidir.

Mantar zehirlenmeleri , özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında daha çok görülmektedir.

Ülkemizde bulunan en zehirli mantar türleri ;



2. Mantar Zehirlenmesinin Belirtileri Nelerdir?

Zehirlenme hali 3 dakika ile 3 saat arasında görülebiliyor. Zamanında müdahale edilmezse hasta kalp veya solunum durması ile ölüyor. Bazı mantarların da karaciğer üzerine toksik etkisi bulunuyor. Bu türlerde zehirlenme 6- 15 saat içerisinde görülüyor.Yüzde 70 oranında ölüme neden oluyor. Zehirli mantarların bir kısmı da hemoliz yapıyor.Yani kanı eritiyor. Bu tür zehirlenmelerde rahatsızlıklar, 24 saat sonra ortaya çıkıyor ve yüzde 20’si öldürücü oluyor.

Mantardan zehirlenen kişilerde mantar cinsine göre değişen bulantı, kusma, sulu veya kanlı ishal, karın ağrısı, adale krampları, terleme, gözyaşı ve tükürük ifrazatında çoğalma, görmede bulanıklık, baş dönmesi, dikkatte dağılma, sendeleme, ruhsal değişiklik, hareketlerde zorluk, uyuklama hali, uyanıkken hayal görme, tansiyon düşüklüğü, şiddetli ağrı, bayılma, nöbet, koma gibi belirtiler görülür.

3. Mantar Zehirlenmesi Tedavisi :

a) Zehirlenme belirtileri tam olarak görülmeden yani sıkıntılı dönemde, hasta veya yakınları durumu anlarsa, bu durum Hekime anlatılırsa, mide ve bağırsakların temizlenme­si öncelik taşır. Hekim bağlayıcı dozlarda hastaya müshil verebilir. Bu mantarda, bu şekle çok az rastlanır.

b) Hekim hastanın korku ve heyecanlarını gidermeli­dir. Burada dikkat edilecek en önemli nokta, hastanın korku ve heyecanlarının giderilmesinde kullanılacak ilaçların ka­raciğere yan tesiri olmayan ilaçlar olmasına dikkat edilme­lidir.

c) Vücudun su ve elektrolit dengesi dikkatle korunma­lıdır.

d) Hastada kan diyalizi görülüyorsa kan değiştirilmesi literatürlerce tavsiye edilir. Kan diyalizinin olduğu hastalar­da ölüm çoğunlukla görülen vakalardandır.

e) Hastanın karaciğer ve böbreklerdeki tahribatı önleyecek ilaçlar dikkatle kullanılmalıdır.

f) Hastaya sürekli ishallerden sonra, koruyucu olarak antibiyotikler verilebilir.

g) İstifra ve ishallerden sonra hastaya, taze demli çay verilir. Karaciğer fonksiyon testleri normal çıkıncaya kadar, karbonhidratça zengin, proteince fakir yiyecekler verilmeli­dir. Daha sonra hastaya dengeli beslenme uygulanmalıdır.

h) Mantar zehirlenmelerinin hiç bir safhasında hasta­ya alkollü içki verilmemelidir. Zehirlenmeden sonra bir hafta ön gün içinde alkollü içkiler içilmemelidir,Görülüyor ki, bu mantardan olan zehirlenmelerin tedavi­sinde kadro ve imkân yönünden yeterli bir hastane tedavisine ihtiyaç vardır. Zehirlenen şahsı zaman kaybetmeden büyük merkezlere göndermelidir.


BOTULİSMUS ZEHİRLENMESİ


1. Botulismus Zehirlenmesi Nedir?

Botulismus zehirlenmesi ( botulizm ) , Clostridium botulinum denen bakterinin toksinlerinin , başta konserveler olmak üzere değişik yiyeceklerle alınması sonucu meydana gelen bir zehirlenmedir.

Ayrıca , bu toksinleri içeren balların bir yaş altı bebeklere verilmesiyle bebeklik botulizmi olarak bilinen hastalıkta görülebilmektedir.



2.Botulismus Nasıl Oluşur?

Clostridium botulinum çevrede yaygın olarak bulunan bir bakteridir. Özellikle geleneksel usullerle yapılan konservelerde , yeterli ısı uygulaması ( Pastörizasyon ) yapılmamasından dolayı, kutudaki havasız şartlarda bakteri çoğalmakta ve toksin ( zehir ) üretmektedir. Toksin bulunduran konservelerin tüketilmesiyle de zehirlenme oluşmaktadır.













3. Botulismus Zehirlenmesinin Belirtileri Nelerdir?

Toksin bulunduran gıdaların yenmesinden yaklaşık 12-36 saat sonra zehirlenme belirtileri görülmeye başlar.

Botulismus zehirlenmesinde en sık görülen belirtiler :

  • Çift Görme
  • Göz kapağının düşmesi
  • Göz bebeğinin genişlemesi
  • Ağız kuruluğu
  • Yutma güçlüğü
  • Ses kısıklığıdır.
Ayrıca, felçler ve solunum yetmezliği de görülebilmektedir.

Bebeklik botulizminde ise bebeğin zayıf sesle ağlaması, emmenin zayıflaması, yutmada ve solunumda güçleşme ile bebeğin başını tutamaması şeklinde belirtiler olabilmektedir.







Tedavi : Botilism şüphesi olan hastaya süratle aşağıdaki işlemler uygulanır.

- Trivalan (ABE) botulism antitoksik serumu (Hıfzıssıha Ens’ten temin edilebilir, Tel:312-4355680); heterolog immun globulindir. Alerji kontrolü yapıldıktan sonra (varsa desensitizasyon yap; bir flakon IM, bir flakon IV (prospektüste müsaade edilmiyorsa) 2-4 saatte bir semptomlar düzelene kadar verilir.

-Şüpheli gıdayı yiyen semptomsuz kişilere profilaktik olarak serum önerilmez (%20 oranında hipersensitivite riski vardır.)

- Hasta yoğun bakımda izlenir.Suni solunum ve trakeostomi için hazır olunmalıdır. Iyi destek tedaviyle ağır vakalar bile kurtarılabilir.

- İleus varsa, nazogastrik aspirasyon ve parenteral beslenme yapılır. İleus yoksa, mide yıkanır müshil veya lavman yapılarak GIS’te kalmış olan toksin uzaklaştırılır.

Ulusal Zehir Danışma Merkezi (UZEM)

Cemal Gürsel Caddesi No:18 Sıhhiye/ANKARA

Tel: 0312 458 22 08

www.rshm.gov.tr